Semih Gümüş’ün Yazarın Ölüm Düşüncesi ve Bir Bavul Kitap başlıklı iki denemesini kapsayan son kitabı ‘Yazarın Ölümü,’ İsmail Sertaç Yılmaz’ın çizimleriyle birlikte The Poet House tarafından iki yüz edisyon olarak arşivlik ve koleksiyonluk yayımlandı.
Semih Gümüş’le Yazarın Ölümü ve güncel edebiyat kamuoyu üzerine konuştuk.
Yazarın Ölümü’nde ölüm düşüncesi üstüne hararetli, diri bir sorgulama ve bir bavul kitapla ömrünün sonuna kadar kapanabileceğini söyleyen bir yazar var. Bu bana şunu düşündürdü: Size de kadim zaman yazarları göçtü ve yazarlar arkalarında artık bir ‘yazar dünyası’ bırakamayacaklar gibi geliyor mu? Yani uzun zamandır yazarlar öldü veya ölüyor olabilirler mi? Bununla birlikte, yazarın gücü ne kadar büyük ya da ne tür bir güç olmalı ki ölümsüzlüğe ulaşsın, sizin de metninizde bahsettiğiniz gibi maddesi ölse de yaratısı yaşasın?
Kadim zamanlardan çok eski zamanları kastediyorsak onların hayatımızdaki yerlerini sanki hiç terk etmeyeceklerini söyleyebiliriz. Shakespeare’in hayatının sırlarla dolu oluşu bizi hâlâ ilgilendiriyor. Daha yakına gelelim, Dickens’ın, Dostoyevski’nin ya da ötekilerin hayatları da... İnsanlık kültürünü yaratan büyük yazarların hayatları bizi terk etmiyor. Onlar artık ölümsüz. Küçük hayatlar bizi bir süre ilgilendirse de, onların bir süre sonra unutulup gidecekleri belli. Ama bizim asıl sorunumuz yazarların hayatları değil de yazdıklarının hayatı, ömrü değil mi. Yaşayıp yazarken bile bir yazarı yaşadıklarının hikâyesi değil, yazdıklarının hikâyesi ilgilendirir. Bunun tersine yaşayan yazarın yazdıkları pek ciddiye alınamaz.
‘YETERSİZ BİR OKUMA BİÇİMİ VARDI, BU DEĞİŞMEDİ’
Yazarın gizemi harap edildi, kabul edelim. Artık her halini sosyal medyada görmek mümkün; yemek yiyor, selfie çekiyor, tweet atıyor, kendisine ulaşmak kolaylaştı. Üstelik bu tirajını da tetikliyor. Yayınevleri insanlığı değiştiren değil de gündeme dair yazarların peşinde, onların ‘üstüne oynuyor’ gibi… Bu durum okurun yazara bakış açısında neyi öldürdü ve öbür tarafta, yazarın yazın dünyasını ne şekilde katletti? Bugün genç bir Salinger’ı yeniden dünyaya getirebilir miyiz? Ve o gizemli, kameralardan kaçan, ketum hali biz okurları mutlu eder mi?
Sizin bu sıraladıklarınız beni hem bir yazar hem de okur olarak elbette ilgilendiriyor. Beni niçin ilgilendirdiği başkalarını ilgilendirmez belki. Ama en azından edebiyatın toz kondurulamaz kadar değerli olduğunu yaşadığımız yılları, en azından otuz-kırk yıl öncesini düşününce, bugün burada yaşanana edebiyat ortamı denemez. İşler tersine dönmeye başladı. Büsbütün değil ama epeyce. Artık önce yazar izleniyor. Yazar da önce kendisini izletiyor. Medyası, sosyal medyası var, orada çevresini kuşatanların ilgisi var. Bunu yayınevleri de kışkırtıyor elbette. Asıl olarak da büyük yayınevleri. Onlar birer şirket. Böylece kötü edebiyatı iyi edebiyatın yerine geçirmek kolaylaştı. Kendilerini edebiyat dergisi olarak gösteren o popüler dergilerde yazılanlara ve yapılanlara bakın, bana ayıp geliyor. Bunlar okuma biçimini yerlere serdi. Evet, kitaplar geçen onyıllardan çok satıyor ama her zaman yetersiz bir okuma biçimi vardı, bu hiç değişmedi. Nitelikli edebiyatın ne olduğunu düşünmeyen okurlar ve yazarlar kolayca vasatlığı niteliğin yerine geçiriyor. Nitelikli edebiyatın ne olduğu artık çok az kişiyi ilgilendiriyor. Şimdiki zamanların kültürü, postmodernin ta kendisi. Bunun dışında kalanlar yok mu? Elbette var. Onlar bu değersizleştirmenin içinde daha çok kendi adalarına çekildi. Okurun ilgi alanından çıkmaya başladılarsa da, onlar bunu dert etmez.
"Ölümün bütün biçimleri karşısındaki duruşu yazar için bir ahlak sorunu gibi alınmıyorsa, orada yazar kimliğinden de kuşku duymak gerekmez mi?” Okunup geçilecek türden bir soru değil bu, burada durup epey düşünmeli. Yazarı devirecek, öldürecek türlü durumlar olduğu gibi onun bizzat silahlarını takınıp da kendini ortaya koyduğu savaşlar da vardır muhakkak. Bu anlamda kurduğu, yarattığı dünyalar ve metinleri bir yana, yaşama bakışı ve onu yaşama biçimi yazara nasıl bir ölüm ya da ölümsüzlük getirir?
Yazarı, yazar olarak yazdıklarının zayıf ve unutulmaya mahkûm oluşu öldürür. İnsan olarak da hayatın içindeki duruşu, hayata karşı tavrı... Bu ikisini hem birbirine karıştırmayan hem de unutmayan yazarların ölüm karşısındaki yazar ve entelektüel kimliklerinden kuşku duyulmaz.
“Ölüme hazırlıksız yakalandıktan sonra geride kalanlara verdiği tedirginlik: işte budur yazarı öteki dünyada huzur içinde yaşatacak olan,” diyorsunuz. Tüm kuvvetiyle yaratan, üreten, sadece metinleriyle değil felsefesiyle de kendini izleten birkaç yazar geliyor hemen gözümün önüne. Sözgelimi Cortazar, Borges, Bolano… Büyüdükçe büyümüş, kendinden taşmakta olan ruhlar... Sizin için kimdir bu ‘huzurlu’ yazarlar?
Sanırım ad vermem gerekmiyor. Sizin adlarını verdiğiniz yazarların ve onlar gibilerinin yazdıklarını yeniden ve yeniden okuduğumuza göre, onlarla dünyalarımızı birleştiriyoruz demektir. Tensel ölümü umursamadan yazan ve yaratan yazarlar, yazdıklarıyla belleklerde hiç değilse kendilerince yer edebilmişlerse, onların öteki dünyada huzur içinde yaşayacağını düşünebiliriz. Böyle yazarların o sözünü ettiğim zamanlar içinde bizim edebiyatımızda da sayıları pek çoktu. Giderek azaldıkları görünmüyor mu?
Yazar, ‘bu benim son metnim’ hissine kapılır mı? Nasıl bir his olabilir, bu hisle birlikte daha mı cesur olur?
Son yazdıklarından sonra artık yazmayacağını bilen ya da buna karar veren yazarlar olur. Bunun cesaretle yapıldığı da olur, yılgınlık ya da isteksizlikle de. İki duygunun da farklı nedenleri vardır. Çalışmaktan başka şeyler yapmayan bir insan olduğum için, sanırım beni böyle bir duruma, değersizlik üreten ve düpedüz kötücül bu edebiyat ortamı düşürebilir
.
Genelde romancılarda vardır bu his: Aklına olağanüstü bir fikir gelmiştir ve bu benim ancak ölmeden önce yazacağım kitap olabilir, diye düşünür. Sizin beklettiğiniz bir fikir var mı?
Şimdi önemli bulduğum bir kitabı bu yıl tamamlamaya çalışıyorum. Sonra kafamda üç ayrı kitap var. Üçü de benim için önemli. Onları tamamlarsam yazmayı pekâlâ bırakabilirim ama tamamlayamayabilirim de…
‘KARŞILAŞTIĞIM ELEŞTİRİ YA DA KARALAMALARA HİÇ YANIT VERMEDİM’
Sektördeki zorluklara ve içine çekildiğimiz düşünsel çöküşe rağmen Notos’un on beşinci senesinde dergiyi tam bağımsız bir şekilde yayımlamaya devam ediyorsunuz. Son metninizi de tam bağımsız bir yayınevi aracılığıyla okurlarınıza sundunuz. Bunu tersten okuyacak olursak: Yazarın Ölümü gibi kıymetli bir metin kitapçı vitrinlerindeki spot ışıklarının altında bulunmayacak, aksine sadece meraklısıyla, izini süreniyle buluşacak. Edebiyatta bağımsızlık okur, yazar ve yayıncı üçgeninde sizin için ne ifade ediyor?
Bağımsızlık pek çok şeyi anlatıyor ya da her şeyi. Notos tam sizin dediğiniz gibi tam bağımsız bir dergi ve yayınevi. Yok denecek olanaklarla başladı ve sonunda bugünkü etkinliğine ulaştı. Bunun tek nedeni, beklediği okuru bulmasıydı. Bana gelince, hiçbir kuruma bağlı olmadığım için tamamıyla özgürce düşünüp davranabilirim. Yazarı bir de yazdıklarıyla ilgili beklentisi esir alabilir. Yazdıklarımla ilgili maddi ya da manevi beklentim de hiç olmadığı için dışarıdan gelen olumsuzluklar beni etkilemiyor, ilgilendirmiyor. Yoksa sanırım yaptığım işler ve politik düşüncelerim nedeniyle düpedüz kişisel hakaretlerle pek çok kere karşılaştım. Kitaplarımın yayıncısı yirmi yıldan uzun bir süreden beri Can Yayınları. Bugüne kadar bir kere bile kitaplarımın nasıl dağıtılıp ne kadar satıldığını sormadım. Sormam da. Sosyal medyada daha çok Twitter ile ilgileniyorum. Bugüne dek kırk altı binden çok twit atmışım, içlerinde kendimle ya da kitaplarımla ilgili tek bir sözcük yoktur. Karşılaştığım eleştiri ya da karalamalara hiç yanıt vermedim. Dolayısıyla Yazarın Ölümü şahane bir biçimde yayımlandı, benim için bu kadarı yeterli.
‘BİR YAZAR YAZMAK İÇİN OKUR’
Yazar ve yayıncı geçmişiniz, bunca zamana yayılan tecrübenizle genç bir yazarın kulağına nasihat ve benzeri duygulardan arınarak ne fısıldarsınız?
Oğlum yirmi sekiz yaşında, ona hiç nasihat etmedim. Bu yüzden belki yeterince başarılı olamadım. Yaratıcı Yazarlık atölyemiz içinde binden çok genç ve yeni yazarla ilişkim oldu ve oluyor. Her zaman şunu söylüyorum: Her şeyden önce doğru ve nitelikli biçimde okumak, başucu kitaplarımızı da bir kere okumakla yetinmeyip yeniden ve yeniden okumak. Bir yazar yazmak için okur. Bir kere okuduğumuz kitap hak ettiği biçimde okunmamış demektir.
*
Bu söyleşi ilk kez Temmuz 2021'de Duvar Kitap'ta ve Gazete Duvar'da yayımlanmıştır.
"Yazarın Ölümü"ne The Poet House'tan ulaşılabilir: https://www.shopier.com/ShowProductNew/products.php?id=8229016
Comentarios