İletişim Yayınları tarafından yayımlanan Görenler Olmuştur kitabıyla 2022 Vedat Türkali Edebiyat Ödülleri kısa listeye kalmayı başaran Vuslat Çamkerten, edebiyat yolculuğu ve yazarlık deneyimi üzerine sorduğumuz soruları yanıtladı.
Ona Çok Benziyorum romanıyla beğeni toplayan Vuslat Çamkerten, bu kez okurlarının karşısına öykülerini topladığı Görenler Olmuştur ile çıkıyor. “Eğer içimizde sahiden yaratmaya dair tutku varsa, bu bize delirebilme hakkını da vermeli,” diyen Çamkerten ile öykülerini ve yazarlık yolculuğunu konuştuk. Çamkerten’in yazı evrenini merak eden okurlarımız için sık sık düzenlenen Kara Kitap ve Benimle Oku atölye çalışmalarını hatırlatmakta yarar var.
Okurlarımız için önce sizi tanımak, yazmak eylemiyle dostluğunuzun nasıl başladığını sormak isterim.
Hayaletler ve yıldız gezginliğiyle: Bir şeyleri başkalarından farklı biçimlerde gördüğümü, bir şeylere başkalarından başkaca bakmayı sevdiğimi ve o anda orada olmayı her zerremle istediğim yerlere gidebildiğimi fark ettiğimde. Bir sözcüğün zihnimin içindeki göle düşüp yarattığı halkayla gözümün önüne getirdiği resimlerden aldığım zevki fark ettiğimde. Sözcüklerle dünyalar kurup dünyalar yıkmanın başka hiçbir şeye benzemediğine emin olduğumda. Bunlar olup biterken yazmaya başladım.
Dijital dünyanın olanaklarından da yararlanan bir isimsiniz. Podcast, tadımlık okumalar, çevrim içi atölyeler yapıyorsunuz. Bu taraf sizin için ne ifade ediyor?
Üreten, yaratan bir insanın şu çağda bağımsızlığını ilan edebilmesi çok daha kolay. Dijital dünya bize bu fırsatı sunuyor. Ben okurun ve yazarın dünyasının kesiştiği yerlerin görünenden çok daha büyük olduğuna, büyük olması gerektiğine inanıyorum. Yazarın okuruna ulaşmayı istediği gibi okur da yazarlarını bulmayı bilmeli, nitelikli okumalar yapmayı arzu ediyorsa bunun peşine düşmeli. Yazarın yolculuğu varsa okurun yolculuğu da vardır. Bu yolculukların her ikisi de son derece bireysel, derin, haz veren veren yolculuklardır. Okurun da yaratıcı, katılımcı ve aktif olduğu yer burasıdır. Ben atölyelerimde ve okuma kulübümde yaratıcı okur ve yazarlığın peşinde olan insanlarla birlikte bu yolların izini sürüyorum.
“Mesela Cortazar’la biraz vampirlerden biraz Poe’dan konuşmak, sonra dönüp John Berger ile şakalaşmak, Ursula Le Guin ile gecenin sonuna doğru pasta yiyip kahve ve likör içmek, kol kola tuvalete yürümek isterdim.”
Hangi eserleri yazarının sesinden dinlemek isterdiniz?
Sevdiğim bir yazar ya da şairle daha başkaca bir yakınlık kurmayı arzulardım galiba. Yapıtını kendi sesinden dinlemek sanki bana pek bir şey vermezdi, aksine yazarın yapıtını kendi dünyamın çağrışımları ve karanlığı içinde okuyup düşünmeyi tercih ederim. Gelgelelim yazarın kendisiyle, yine sanatçıların, şairlerin, yazarların bulunduğu güzel bir sofrada tatlı, uçucu muhabbetlere dalmak isterdim. Mesela Cortazar’la biraz vampirlerden biraz Poe’dan konuşmak, sonra dönüp John Berger ile şakalaşmak, Ursula Le Guin ile gecenin sonuna doğru pasta yiyip kahve ve likör içmek, kol kola tuvalete yürümek isterdim. Tuvalette gözlüğünü arayan Shirley Jackson ile karşılaşalım ve gözlüğü filan boşverip üçümüz birlikte bahçede serin bir yürüyüşe çıkalım mesela.
Görenler Olmuştur öncesinde Ona Çok Benziyorum (Dedalus Kitap, 2019) adıyla romanınız yayımlandı. Daha evvel roman yazmış olmanın öykü yazmanız üzerinde ne tür etkileri vardı?
Böyle bir etkiden bahsedebilir miyim, bilmiyorum. Öte yandan, ben romanı yazarken bir yandan da öyküler yazıyordum. Yazma uğraşı içindeyken türler arası gidip gelmek hatta tür mevhumunu ortadan kaldırmak olağandır, bence iyidir de. Düşünün ki, sürekli yoldasınız ve bir şeyler görüyorsunuz, bazıları sizde anlatma isteği uyandırıyor. İşte o zaman o hikâyeyi en iyi nasıl anlatacağınızı düşünmeye başlarsınız. Ben kurmacalarımı karakterlerim üzerinden inşa ediyorum. Hep anlatmayı arzu ettiğim biri oluyor, onun çatışmalarını görmeye, göstermeye çalışıyorum. Aklımdaki serüvenin öyküye mi yoksa romana mı dönüşeceği kararı ise üstüne düşündükçe kendini belli ediyor. Ona Çok Benziyorum’dan sonra yine bir roman yazacağımı sanırken öykü fikirlerimin beni ele geçirmesine izin verdim.
Bir söyleşinizde okumaktan hoşlandığınız türlerin çeşitliliğinden bahsederken “Kitap okumak müzik dinlemek gibi,” diyorsunuz. Görenler Olmuştur öykülerini en iyi ifade eden müzik nedir sizce?
Ne güzel soru bu. Evet doğru, tıpkı bana iyi gelecek müziği arar gibi ihtiyacıma, arayışlarıma göre okumalar yaparım. Tabii fazlasıyla öznel, belki de başkasına hiçbir şey ifade etmeyecek bir yanıtım olacak. Aslında kitaptaki her öykünün başka bir müziği var, metni en iyi hâline getirme çabasındayken belki yüzlerce kere üst üste dinlediğim parçalar bunlar fakat karakterlerin artık kendi kendilerinin üstünden atlamaya karar verdikleri o geri dönülmez noktada dinlediğim tek bir parça olur, bu belki de yıllarca böyle sürüp gidecek, bilmiyorum: Albinoni’nin Adagio’su. Bir başyapıt bana kalırsa. Tüylerimi diken diken ediyor. Eğer Adagio safhasına geçtiysem öyküde işler kızışmış, karışmış, dünyalar tepetaklak olmuştur ve ben bu hisse bayılırım. Sanki tüm o yaratma sancısı sona ermiş ve çok büyük bir şeyin huzurlu kolları gelip beni bulmuştur.
“Okur hâlimle yazan hâlim sürekli konuşan iki deli, sıkıntılı ve mutlu hayalet.”
İyi yazarların ya da iyi yazmak isteyenlerin iyi birer de okur olmaları sürpriz değil. Size geldiğimizde okur Vuslat ile yazar Vuslat arasındaki ilişki nedir? Birbirlerine ne öğretiyorlar?
Okur hâlimle yazan hâlim sürekli konuşan iki deli, sıkıntılı ve mutlu hayalet. Birbirleri için sürprizler yapıyor, birbirlerinin sırtını sıvazlıyorlar, provalar yapıyor, birlikte sahneye çıkıyorlar. İki başlı yılan gibi birbirlerine dolanıklar. Bazen konuşarak bazen susarak ama aynı müzikleri duyarak ve aynı hayaletleri görerek birbirlerini büyülüyorlar.
“Yazarına, sanatçısına sahip çıkan toplumlar soru sorabilen, hayal edebilen ve böylelikle iyiyi, güzeli aramayı bilen toplumlardır.”
Bookinton’da Türkiye’de Edebiyat Yarışmaları ve Ödüller ile ilgili bir dosya hazırlamıştık. Siz edebiyat yarışmaları ve ödülleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
İlk bakışta sanırım ödüller yazarlardan çok okurlar için önemli. Yazar için de ödüller elbette ki mutluluk verici, motive edici, okur kitlesini büyüten bir şeydir. Yine de yazarın o biricik, karanlık, güzel dünyasını ne kadar etkileyebilir ki? Görenler Olmuştur da bu sene Vedat Türkali Öykü yarışmasında kısa listeye kaldı, sevinçli bir haberdi. Yazar, bir mühendis gibi taştan, betondan iki yakayı birleştirecek bir köprü yapamaz ama bir şekilde o köprüyü yapar. Bize onu, üstündeki insanları, altındaki denizi hayal ettirir, bizi o köprüye çıkarır, bize içine atlayıp yaşayabileceğimiz bir serüven verir. Bunu herkesin bildiği, kullandığı sözcükleri bir araya getirerek yapar hem de. Buna büyü deyip geçemeyiz, sıkı bir iştir bu. Ödüller de toplumda yazarlara kıymet verildiğini gösteren küçük hediyelerdir işte. Yazarına, sanatçısına sahip çıkan toplumlar soru sorabilen, hayal edebilen ve böylelikle iyiyi, güzeli aramayı bilen toplumlardır. Sadece plaket vermenin yanında maddi olarak da yazarlara destek olan ödüller, sponsorlar, “yazar evleri” gibi projeler, oluşumlar çoğalsa ne iyi olur.
Görenler Olmuştur’un kapak tasarımından da bahsetmek istiyorum. Hikâyesini paylaşır mısınız?
Kapağı İsmail Sertaç Yılmaz yaptı. Sertaç’ın atmosferik, baktıkça genişleyen, nefes alan çizimlerinin kitabın ruhunu en çarpıcı yerinden yakalayacağını düşündüm, öyle de oldu. Hem önde hem arkada birbirini tamamlayan iki illüstrasyon var. Öyküleri okuyanlar işaretleri yakalıyor, bazen de yepyeni bir bakış açısıyla yorumluyorlar, çok seviniyorum.
Semih Gümüş ile yaptığınız söyleşide “Sarsılmak, korkmak istemeyen bir kitleye ulaşma gayretinde değilim,” diyorsunuz. Bu çerçevede edebiyat ve yazarlığın misyonu hakkında neler söylersiniz?
Yazar kime yazdığını az çok bilir. Benim romanım ve öykülerim de belli meseleleri tartışıyor. Mesela, karısının yasını tutan bir adamın bembeyaz evler içindeki evini bir gecede siyaha boyayışında beklenenden başka türlü bir ağıt, başka türlü bir yas var. Arkadaşlarının küllerini doğu rüzgârına savurmak için yola çıkan bir grup eski devrimcinin hikâyesinde olduğu gibi. Kasabaya makalesini bitirmek için gelen akademisyen kadının imamın oğluyla yaşadığı aşkta toplumun dayattığına, bu böyledir ya da böyle olmaz deyişine karşı çıkan bir duruş var. Mutlak sayılandan çıkmayı herkes arzulamayabilir. Bazıları da yeni dünyalar, renkler keşfetmeyi, serüvene çıkmayı, merak etmeyi, sorgulamayı arzular. Benim kurmacalarımda yarattığım dünyalarda da böyle şeyler oluyor. Edebiyatın ve yazarın bana kalırsa tek bir misyonu var: özgürlük ve bağımsızlık. Ben bu iki bacakla yürüyorum.
Görenler Olmuştur içinde yer alan Anlaşma Anlaşmadır öykünüzden hareketle biraz yazarların yaratma sancısı üzerine görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?
Yazar, yazamadığında kendini hiç var olmamış gibi hissedebilir. Bu dünyada ne işi olduğunu sorgulamaya başlar, kendini eksik ya da fazla hissettiği anlar olur. Bir anda hayatının geri kalanıyla ne yapacağını düşünmeye yeltenebilir. Bir yandan da kendini kurtarmak için bir zıplama, büyük bir sıçrayış, bir delilik arar: Yaratıcılığını harekete geçirecek, ona ilham verecek yer değiştirmeler, kılık değiştirmeler ve hatta sınırı aşacak şeyler. Anlaşma Anlaşmadır öykümde yazar olma duygusunun ciddiyetini ortaya koyma gayretini göstermek istedim. Salih ve Deniz’in öyküsü, yazarın yaratıcılığı ve yazmak için girdiği buhranlar arasında umarım özgün ve ilham verici bir yerde durur.
“Karakterlerimi doğada hayatta kalmak için dönüşen hayvanlara benzetebiliriz. Benim öykü dünyam, bazen önce bir savaşçının, hayvanın, hayaletin görünmesiyle beliriyor.”
Karakter yaratmanın belli bir matematiği ya da yazar içinde karakterini idealize etme gibi güdüler var mı?
Yazdığım öykülerde, anlatacağım hikâyeyi ele geçirip anlatabilecek, hikâyenin dünyasına uygun gelecek karakteri yaratma peşinde oluyorum. Karakterlerimi doğada hayatta kalmak için dönüşen hayvanlara benzetebiliriz. Benim öykü dünyam, bazen önce bir savaşçının, hayvanın, hayaletin görünmesiyle beliriyor. Bu varlıkların beni götürdüğü dünyada gezinmeye başlıyorum. Tabii bu hayalperest dünyanın netleşmesi için benim de birtakım silahlar, sorular kuşanmam gerekiyor ancak böylelikle öykü netleşiyor ve ben de karakterimi bu yeni dünyaya göre çevreliyorum. Yazacağım öykünün dünyasına uygun fakat özgün bir karakter böyle doğuyor, öykünün kendisi doğruyor karakteri.
Birkaçı arasında kaldım ama sanırım Görenler Olmuştur içinde en sevdiğim öykü “Peruk” oldu. “Sanat eserlerinin bile para birimine dönüşerek sizi hapisten kurtardığı bir dünya var, biz o dünyada yaşıyoruz,” diyorsunuz. Değişen dünya bunu mümkün kıldı, malum. Sanat, toplumdan uzaklaşıp tamamen ticari bir döngüye girdi diyebilir miyiz? Yoksa bu, kaçınılmaz olanın gelişi mi? Nasıl bakıyorsunuz?
Çok teşekkürler, benim için de Peruk’un yeri başka. Toplumlar değiştikçe eğilimler, istekler ve sahiplik duyguları da değişiyor. Peruk öyküsü de bunu tartışan bir öykü, bir yanda paraya sahip olduğu için herhangi bir eşya satın almak gibi bir Goya tablosuna da sahip olabilecek biri var, bir koleksiyoner. Bu kişinin bir tabloyu alıp onu salonuna asarak toplumdan koparacak gücü var. Öte yanda, hiçbir zaman Goya’nın bir eserini belki de yakından bile izleyemeyecek bir ressam. Tutkulu, sancılı, hep arayışta olan sanatçı bir varoluş biçimi. Burada bir adaletten bahsedebilir miyiz? Yanıtımız evet ise bu adaletsizliğin yeni bir şey olduğunu söyleyebilir miyiz? Lafı dolandırmadan belki şöyle söyleyebiliriz: sanatçı her çağda geçinebilmek için eserlerini sattı ve bu eserleri her zaman satın alan, sipariş eden birileri vardı. Resim sanatı zaten ancak böylelikle topluma mal oldu. Evlerde, sergilerde, koleksiyonerlerin menzilinde dolaşıma giremeyen eserlerin sanatçıları ise dört duvarlarında sefalet içinde yaşadılar. Kim bunlar? İsimlerini bile bilmiyoruz. Demek ki sanat, ticari olmadığında onu görmüyoruz, bilmiyoruz ve hatta yok sayıyoruz. Öyleyse geriye çekilip bakınca, bana değişen bir şey yok gibi görünüyor.
Önümüzdeki çalışmalarınız neler?
Yeni bir öykü kitabı hazırlıyorum.
Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
*
Bu söyleşi ilk defa 23 Eylül 2022 tarihinde Bookinton'da yayımlanmıştır. Günnur Aksakal Baykan'a teşekkürlerimle...
Comentarios