top of page
Yazarın fotoğrafıVuslat Çamkerten

İlham Perisi



Arabada defalarca başa sararak dinlediğim parça dilimde, fakültenin kapısından girdim, merdivenlerden çıkarken parmaklarım postacı model deri çantamın üstünde tempo tutmayı sürdürüyor. Koridorun sonundaki ışığa doğru çekilerek yürümeye devam ettim. Pencerelerden sızan akşam güneşinin pırıltılı tozları arasında belleğim yazdan kalma bir imgeye uzandı. Elleri belinde, güneşe reverans veren bir kız çocuğuna.


Sizinle aynı güneşin altında uzanmak ne büyük şans, demişti yan şezlongtan annesi, keşke bir imzanızı da alabilseydim ama sizin kitaplarınız da böyle tatilde okunacak şeyler değil ki. Tek gözü kısık, burnunun üstünde güneş kreminden beyaz bir balçık. Doğrulmuş, garsonun az önce küçük ahşap sehpaya bıraktığı tepsiyi bacaklarımın arasına yerleştiriyordum. Bikinimin iplerini kızarmış omuzlarıma yerleştirirken kadına yarım ağız gülümsüyordum ki Canan’dan  mesaj geldi:


“Çaça olmazmış ama zeybekle bağlayacağız bu işi.”


Kendi kendime sırıtırken mayoneze buladığım sıcacık patates dilimi göbeğime düşüvermişti.


Olur olur,” diye yazdım hızlıca, “bir dans öğrensin de.” İyice doğrulup biramdan üst üste kocaman birkaç yudum aldım. “Dönemin ilk dersinden itibaren bir ay içinde öğrendi, öğrendi, yoksa istifayı basarım.”


Sırıtışımı boğazımı temizleyerek kamufle ettim. Benim kız da çok yaratıcı aslında, diye devam eden kadına döndüm. Kıçı şezlongun ucunda, bir gözüyle deniz kenarındaki kovalı, kürekli cüceleri kesiyor, öbürüyle karnımın katlanan kısımlarındaki yağı peçeteyle silen elimi izliyordu. Matematikte filan hiç gözünde yok, varsa yoksa öyle boş boş resim yapsın, hikayeler yazsın. Gözlüğümün üstünden bakışımla cücelerden kopan ciyaklama aynı ana denk geldi. Kadın, Ben şuna bir bakayım, diye ayaklanıp şemsiyelerin arasında kayboldu.


Biramdan buz gibi bir yudum daha alarak arkama yaslandım. Demek bizim Rektör Bey’in canı zeybek oynamak istiyordu. Kahverengi takım elbisesinin içinde öne, geriye giden kollarını, zemine kavuşup kalkan dizlerini, göğe uzanan ölgün ellerini hayal edebiliyordum. Tekrar tekrar, henüz orada olmayan bir varlığı inşa edercesine icra ediyordu dansını. Dirimin dirilişi! Kaskatı bedeni sayemde bir kez olsun yumuşama şansı bulacaktı.


Nasıl, demişti Canan, ofisinin kapısını hararetle kapatırken, karşımdaki koltuğa geçip gözlerini yüzüme dikmişti. Nasıl söylerim koskoca rektöre ben bunları?


Bir, diye tekrar etmiştim. Aylık iki yüz papelden aşağıya kalemim oynamaz.


Hoppala! Az önce yüz elli demedin mi?


Senin kiran ne kadar Canancım?


Tamam, tamam. Hadi bunu anladık, para kazanmak senin de hakkın.


A, yok canım, ne münasebet, bir yazar olarak sürünmektir kaderim.


Uzatma. Paketten bir sigara çekmiş, kalkıp pencereyi açıp çakmakla birlikte geri gelmişti. Peki, ikinci şartını nasıl söyleyeceğim ben koskoca herife.


Koskoca yazarın, koskoca üniversitede yaratıcı yazarlık dersleri vermeyi kabul etmek için iki şartı var diyeceksin. Bir buuu. İşaret parmağımla en sinir olduğu yere, alnına dokunmuştum, ikincisi de bu diye burnunun ucuna bastırıyordum ki, geri çekildi. Sigarasını yaktı.


Canan, dedim ona doğru uzanarak, mezun olduğumuz okulun bin yıllık bahar şenliklerini iptal eden yeni rektörümüz, elindeki sigarayı aldım, madem bana bir kürsü vermek istiyor, ben de onun bu jestine karşılık hayatına çok çaça bir renk gelsin istiyorum. Hepsi bu. Beyefendi ilk dersimize kadar çaçayı sökmeli.


Kollarını kıvırarak ayağa kalktı. Beyefendi çaçayı sökmeli! Bir bacağını dizinden yukarı kaldırıp döndürdü, olduğu yerde döndü, eğildi, büküldü, zıpladı. Beyefendi çaçayı sökmeli! Osmanlıca sınavına hazırlanırken daracık yurt odamızda türlü türlü şalları, atkıları kafasına sarıp sarmalayan Kavuklu Canan’dan zerre farkı yoktu karşımda, yıllar içinde sigaradan sesi kartlaşmıştı sadece, kahkahası öksürükle son buldu.


Sí, dedim. Sigara dudaklarımın ucunda, ellerimi çırptım. İşte böyle!


Allahaşkına o bıyıklarıyla mı, diyecek oldu.


İster bıyıklarıyla, istiyorsa değerli bayanlar deyişiyle çaçalayabilir bizi. Yeter ki dans etsin.


Bizimkinin ilham perileri yine iş başında, diyen sese döndüm. Küçük kız unicorn’lu terliklerini bileklerine geçirmiş, mayosunun fırfırlarını özenle düzeltiyor, yüzünün gözünün havluyla hunharca kurulanmasına zerre aldırış etmiyordu. Annesi üstünden çekilince özel tasarım terlik bileziklerini göstere göstere hayali bir eteğin uçlarından tutup güneşe döndü, tek dizinin üstünde eğildi.


Kulaklıklarımı çıkarıp cebime attım. Amfiye girdim, yazı tahtasının kalemliğindeki kalemlerden birini alarak tahtaya iri iri harflerle yazmaya başladım:


İ  L H  A  M    P  E  R  İ  S  İ


Birkaç öğrenci yazdığımı tekrarladı. Bu ay size ilham verecek kurguyu da ekliyorum, dedim omzumun üstünden yeni öğrencilerime dönerek.


Bennington Üniversitesi’nde haftada iki defa ders vermeyi kabul etmek için Shirley Jackson’ın iki şartı vardı, diye yazmaya koyuldum. Birincisi, haftalık yüz dolar ödeme alacak ve ikincisi, Rektör kadril dansını öğrenecekti.


Sınıf hareketleniverdi. Gerçekten mi hocam, dedi arka sıralardan biri.


Kadril dansı da neymiş, dedi öteki.


Kare dansı diye de bilinir, diye yanıtladı başkası. Kalabalık, hareketli bir dans.


Dahası da var, diye döndüm sınıfa. Rektör, dansı bir an önce öğrenmediği taktirde Jackson istifayı basacaktı. Kalemi masama bırakıp kollarımı göğüslerimin altında kavuşturdum. İşe tam da buradan başlayacağız arkadaşlar, dedim. Gerçek hayat ve kurmacanın sonsuz iç içeliği bu ay bize ilham verecek.


*



Bu öykü ilk kez Karanfil Dergi'nin ilk sayısında yayımlanmıştır. Ekim, 2024







23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page